İslam’ın Şartını Söyler Misin?
Kayseri’de, bir akşam namazından sonra yürürken, aklıma takılan bir soru vardı. Caddede ilerlerken, önümde yürüyen yaşlı bir adamın ardında sakince süzülen dua ve zikirleri duyuyordum. İçimden bir şeyler geçiyordu ama nedense hep o kadar sessiz kalıyordum. Hani, bazı şeyler o kadar derindir ki, söyleyemediklerimiz seni boğar. İşte o an, birden bire kendime “İslam’ın şartını söyler misin?” diye sordum. Bu basit ama bir o kadar derin soru, o anki ruh halimi, kaybolmuş hislerimi anlamama yardımcı oldu.
O Soruyu Duyduğum An
Hatırlıyorum, o akşam yolda yürürken cep telefonumdan bir mesaj aldım. Bir arkadaşım yazmış: “Bana İslam’ın şartını söyler misin?” Cevap verecek halim yoktu, çünkü o kadar soruyla doluydum ki. Bir yanda, sadece ruhsal bir boşluk değil, aynı zamanda yaşamın derinliklerinde kaybolan bir anlam vardı. Uzun zaman sonra, birinin sana böyle bir soru sorması, aslında her şeyin yerli yerine oturması için bir fırsat gibiydi. Ama ben bir cevap veremedim. O kadar karmaşık gelmişti ki, derinliğine inmek, her bir şartı anlamak…
“Evet, İslam’ın şartını söylesem de aslında kendi içimde tam olarak ne anladığımı biliyor muyum?” diye düşündüm.
Başlangıç: İman
O an düşündüm, iman, aslında her şeyin temeli değil mi? Bir şeye inanmak, hatta sadece inanmak değil, her gün hissetmek, yaşamak… Zihnimde, iman bir anda tüm vücudumu saran bir sıcaklık gibi hissettirdi. Belki de “şart” dediğimiz şeyler, aslında her birimizin ruhunda sessizce yaşadığı bir inanç değeri.
Ben, üniversitede okurken, kendimi genellikle yalnız hissederdim. Çevremdeki insanlar bir şeyleri kolayca anlıyor, kendilerini buluyor gibi gözüküyordu. Ama ben? Hala çoğu şeyi bulamamıştım. O yüzden iman… Belki de kalbim her zaman oradaydı ama anlamak ve hissetmek, zaman alıyordu. Bir an, iman sadece “Allah’a inanmak” demek değildi. İmanın içinde, hayatına, insanlara, hatta sevdiğine olan güven de vardı. Ve evet, belki o güveni, o inancı her zaman hissedememiş olabilirim, ama yavaşça buluyordum.
Namaz: Bir İhtiyaç mı, Bir Alışkanlık mı?
Sonra bir başka şart aklıma geldi: Namaz. Namaz, belki de bana en uzak olan şarttı. Birçok kez, “Ya bu kadar mı zor?” diye kendime sormuştum. Zaman zaman, içimdeki o eksiklik ve boşluk, beni camiye gitmeye ve orada olmayı düşünmeye itiyordu. Ama ne yazık ki, bazen her şeyin gidişatı seni farklı yerlere çekiyor. O yüzden namaz, bazen bana bir ihtiyaç gibi gelmiyor, daha çok bir zorunluluk gibi hissediyordu.
Bir akşam, namaz kılmak için hazırlandığımda, o kadar çok düşünüyordum ki, içimde bir huzursuzluk hissettim. Namaz kılarken, sadece ellerimi kaldırmak, secdeye varmak yetmiyordu. O an, belki de ilk defa tam olarak ne hissettiğimi fark ettim. Namaz, sadece bir ibadet değil, aslında içsel bir yolculuktu. Her secde, bir teslimiyet, her tekbir, bir başlangıçtı. O kadar derindim ki, bir saniyede tüm dünyayı unutabilirdim.
Oruç: Bir Mücadele ve Kendini Keşfetme
Sonra oruç… Oruç, sadece aç kalmak değil, aslında kendi içindeki sabrı, direnci görmekti. Kayseri’nin sıcak yaz akşamlarında, oruç tutmak gerçekten zorlayıcı olabiliyor. Bir gün, iftar saati yaklaşırken, dışarıda sıcaklık hala yükselmişken, içimden “Neden oruç tutmak zor?” diye sordum. Ama sonra fark ettim ki, oruç aslında insanın sadece yeme içmeye karşı değil, her türlü arzusuna karşı mücadeleydi. O an, oruç tutarken daha önce hiç hissetmediğim bir huzur buldum. Belki de oruç, aslında insanın kendi nefsine karşı verdiği bir mücadeleydi.
Zekat ve Hac: Paylaşmanın ve Yola Çıkmanın Gücü
Zekat ve hac ise… Zekat, sahip olduklarını paylaşmanın gücünü gösteriyor. Bazen, insanların hayatlarına dokunmanın ne kadar kıymetli olduğunu unutuyoruz. Ama zekat, sadece maddi bir şey değil, aslında kalbin temizliği, insanlara olan sevgiyi de beraberinde getiriyor. O an, kalbimde bir rahatlık hissettim. Paylaşmak, sadece sahip olduklarımızı vermek değil, aslında kalbimizi temizlemektir.
Hac ise… Bu da başka bir yolculuk. Ben daha gitmedim, ama hac yolculuğu düşündükçe içimi bir heyecan kaplıyor. O kadar büyük bir anlamı var ki, aslında hac, her insanın ruhunu yeniden doğurması için bir fırsat gibi.
Sonuçta, İslam’ın Şartı
O gece, tüm bunları düşündüm. İslam’ın şartını soran arkadaşıma, aslında sadece dini bir liste sunmak değil, ruhumla hissettiklerimi anlatmak istediğimi fark ettim. İslam’ın şartı, sadece bir liste değil, bir yaşam biçimiydi. Her bir şart, insanı kendisine, Allah’a ve çevresine daha yakın hale getiriyor.
Ve işte o zaman anladım: İslam’ın şartı, sadece bir arayış değil, bir huzur ve denge bulma yolculuğuydu. Bu yolculukta, belki de her bir şart, hayatı daha derinden hissetmemi sağlıyordu.